ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ-TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ
Anasayfa | Makale Bilgi Sistemi | Konu Dizini Yazarlar DiziniKaynaklar Dizini | Makale-Yazar Listesi |  Makale Sayısı-Tarih Listesi | Güncel Türkoloji Kaynakçası

Atatürk Araştırmaları || Çukurova Araştırmaları || Halkbilim || Dilbilim || Halk Edebiyatı || Yeni Türk Dili || Eski Türk Dili
Yeni Türk Edebiyatı || Eski Türk Edebiyatı || Dil Sorunları || Genel || Tiyatro || Çağdaş Türk Lehçeleri

 

VÜS’AT O. BENER’İN DOST-YAŞAMASIZ ADLI KİTABINDAKİ
ÖYKÜLERİN KURGUSAL COĞRAFYASI

Ömer SOLAK1

Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 6/4 Fall 2011, p. 789-804, TURKEY

ÖZET

Sadece edebi değil; tarihî, sosyolojik, politik veya coğrafî özellikleriyle
incelendiğinde edebi eserlerin pek çok farklı cephesi ortaya konulabilir. Özellikle
kurgusal türlerde yazann biyografisi ile anlatının kurgusal dünyası arasındaki
paralellikleri ve kurgusal coğrafya ile gerçek coğrafya arasındaki izdüşümleri ortaya
koymak, edebiyat incelemelerine önemli katkılar sağlayacaktır. Bu çalışmada 1952 ve
1957’de yayınlanmış
Dost ve Yaşamasız adlı öykü kitaplarında yer alan toplam 32
öyküden hareketle Vüs’at O. Bener’in öykücülüğünde mekânın kurgu içerisinde yeri ve
bu ögenin olay örgüsü, kişiler, zaman ve anlatıcı gibi anlatı bileşenleri ile olan ilişkileri
ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Kurgusal coğrafya ile yazarın biyografik coğrafyası
arasındaki paralelliklerin ortaya konulmasında disiplinler arası yöntemlerden de
yararlanılan çalışmada, öykülerde kullanılan otobiyografik ögelerin sadece yazarın öz
yaşamından birtakım kesitler ve hatıralarla sınırlı kalmadığı; yaşanılan coğrafyaların da
kurgusal dünyaya mekânsal zemin oluşturduğu sonucuna varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Kurgusal Coğrafya, Edebi Coğrafya, Mekân, Otobiyografik

Ögeler

FICTIONAL GEOGRAPHY OF VÜS’AT O. BENER’S STORYBOOK
NAMED
DOST-YAŞAMASIZ

ABSTRACT

When literary works are analyzed not only as literary characteristics but also as
sociological, political and linguistic geography, it can be betrayed its many different
aspects. Especially, in fictional kinds; betraying the parallelism between author’s
biography and narration’s fictional world and the projections between fictional linguistic
geography and real geography will contribute to literature analysis considerably. I n this
work, it was tried to betray the place of the location in the fiction and its relations with the
narration components as the story line, people, time and the narrator hence 32 stories in
his Dost and Yaçamasiz books published in 1952 and 1957. It was come to the conclusion
that in this work which was benefited from the methods among disciplines in the
betraying of the parallelism among fictional, biographic and physical geographies, the
autobiographical items which the author used in his stories are not only limited with some
sequences and memories from his private life but also his geographies which he lived,
composed a spatial basic for the fictional world.

Key Words: Fictional Geography, Literary Geography, Location,
Autobiographical Items.

Giriş

Mekânın kurgusal eserlerde önemli işlevleri bulunabilir: Kültürel atmosferi yansıtan
mekânlar, dini (mistik) mekânlar, ülküsel mekânlar gibi farklı işlevleri olabilen mekânların seçimi
rastlantısal değildir. Bu çalışmada fiziksel coğrafyayı yansıtan mekânlar üzerinde odaklanılmış ve
bu mekânların tercih edilmesinde kurmacanın kendi iç dinamiklerinin mi; yoksa yazarın
otobiyografik coğrafyasının mı etkili olduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Öykülerdeki mekânların
hangi sebeplerle seçildiği, ne gibi değişimlere uğradığı, kurgusal coğrafya ile gerçek coğrafya
arasındaki anlatıbilimsel veya otobiyografik bağlar, ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla
yazarın kurgusal coğrafyası ile biyografik coğrafyasının yayılım alanları, birtakım haritalar yardımı
ile belirlenmeye çalışılmıştır.

Disiplinler arası bir araştırma alanı olarak fiziki coğrafyanın kurgusal coğrafyaya
yansımaları; Emel Kefeli’nin edebiyat ve coğrafya ilişkisini coğrafya merkezli bir eleştiri ve okuma
yöntemi olarak (géo-littéraire) ele alan çalışması (Kefeli, 2009: 423-433) ve Akdeniz coğrafyasının
edebiyata aksini ele aldığı (Kefeli, 2006) birkaç örnek dışında bu konu Türkiye’de fazlaca işlenmiş
değildir. Ancak edebiyat veya coğrafya araştırmalarının bir alt alanı olarak kurgusal türlerde
coğrafya olgusunu ele alan çalışmalar Türkiye dışında önemli bir birikim oluşturur (Hsu 2010,
Lanegran vd. 1976, Brosseau 1994, Hargrave 2003).

Edebiyat ve coğrafya ilişkisinin farklı sahalarında çalışan araştırmacılar, bu iki bilim alanı
arasındaki işbirliğinin edebiyat araştırmalarına kazandıracağı imkânlara dikkat çekmektedirler.
Mallory’e göre, nasıl coğrafi yerlerin romancılar ve şairler tarafından yapılan çağrışımsal tasvirleri
okurun kuvvetli bir şekilde hissettiği vakayı bir mekâna yerleştirme ihtiyacını karşılarsa; edebiyat
ve coğrafya araştırmacılarının kurgusal mekânların coğrafi izdüşümlerini belirlemeleri, edebi eserin
önceden fark edilemeyen pek çok cephesini gözler önüne serer (Mallory vd. 1987: 11). Piatti ise bu
disiplinler arası alanı, coğrafya biliminin edebiyat araştırmalarına bir katkısı olarak görür: Ona göre
edebi haritalama, bu alanın temel metotlarından biri olarak tanıtma ve bağlam kurmada
araştırmacıya büyük katkı sağlar

(Piatti.vd.http://icaci.org/documents/ICC_proceedings/ICC2009/html/nonref/24_1.pdf:17.01.2011).

Öte yandan -metnin anlamlandırılması biraz da bu hususlara bağlı olduğu için- edebi
coğrafya incelemelerinde araştırmacının hareket noktaları “
metnin dokusundaki, gerçek ya da
kurgusal mekânlara ait tasvirlef'den
hareketle mekânsal belirlemeler yapmak, “metnin coğrafi
içeriği (işlenen mekâna ait iklim, bitki örtüsü vd. hususlara dikkat ve ‘seçilmiş coğrafya’ veya
‘yaşanmış coğrafya ’nın değerlendirilmesi
" ve “yazarın hayat coğrafyası/coğrafî deneyimleri" ile
ilişkilendirilmesi olmalıdır (Ferré 1946). Zira yazarın kurgusal mekân seçiminde etkili olan, mekân
tasvirleri, seçilen mekânların ne kadarının gerçek dünyada karşılığının olduğu veya ne kadarının
herhangi bir karşılığı olmayan soyut alanlar olduğu gibi hususlar, yazarın sanat anlayışını ortaya
koyması bakımından da önemlidir.

Bu çalışmada böylesi bir bağlantıyı ortaya koymak üzere Vüs’at O. Bener’in Dost ve
Yaşamasız adlı öykü kitapları tercih edilmiştir. 1952 yılında birinci baskısı yapılan Dost, yazarın
altı öykü kitabının ilkidir. Ardından 1957’de ikinci kitabı
Yaşamasız yayımlanır. Bu çalışmada
Dost ve Yaşamasız"ın bir yayınevi tarafından toplam 32 öykünün yer aldığı 2003’te yapılmış
birlikte basımı kullanılmıştır (Bener, 2003).

1. Edebiyat-Coğrafya İlişkisi ve Kurgusal Türlerde Mekân

Yunancada geo (yer) ve graphein (yazmak) kelimelerinden oluşan coğrafya (géographie),
Cholley’e göre (1943) geniş anlamda bir “mekân incelemesi”, bir başka deyişle “mekân bilimi”dir
(Kefeli 2009: 425’ten). “Geosistem” olarak da bilinen fiziki coğrafya ise, beşeri coğrafya ile
birlikte coğrafyanın iki temel alt alanından biridir. Fiziki coğrafya atmosfer, biyosfer ve geosfer
katmanlarının özelliklerini incelerken; beşeri coğrafya, insanların mekânda dağılımı ve mekânla ve
birbirileri ile etkileşimini ele alır (Gabler vd., 2009: 5).

Bir milletin yapısını anlayabilmek için onun tarihini geçirdiği sosyolojik evreleri bilmek
kadar, içinden geçtiği coğrafyaları da bilmek gerekir. Edebiyatın coğrafya ile yollarının kesişmesi
her ikisinin de insan üzerindeki bu tesirleri nedeniyledir. Tümertekin’e göre (2004) milletin
tarihine, toplumsal yapısına ve edebiyatına ilişkin geniş tesir alanları olan coğrafya, bu yönü ile
sadece bir yeryüzü incelenmesi değil, aynı zamanda insanı anlama çabasıdır (Kefeli 2009:
428’den).

Kaldı ki bir kültüre mensup insanların bir başka kültürde yetişmiş olanlardan farklılıklarının
nedeni, sadece kültürel süreçler değildir (Nisbett 2005: 12). Coğrafyanın özellikleri de insan
davranışlarında ve değerler dünyasında etkilidir. İnsanlar, yüzey şekilleri, bitki örtüsü ve iklim
koşullarına bağlı bazı fizyolojik ve psikolojik özellikler kazanırlar. Denizin sunduğu imkânlar,
çöllerin veya dağlık alanların koşulları yaşama biçimini, duyuş ve düşünüş tarzını hatta dillerin söz
varlığını etkiler. Dolayısıyla insan tarafından üretilen ve insanı anlatan bir sanat olan edebiyat da
yeşerdiği bölgenin coğrafî özelliklerine ve koordinatlarına bağlı olacaktır. Hippolyte Taine’in “ırk,
mekân ve an” çerçevesindeki görüşlerinden hareketle, edebi eserlerin coğrafi cephelerini ihmal
etmeyen incelemeler, eserlerdeki örtük anlam katmanlarını ortaya çıkarabilir. Mekânın insanla ve
toplumsal değişme ile ilişkisini ortaya koymak, aynı zamanda okura da yeni bakış açıları
kazandırır.

Zira mekân, bir uzam olarak içinde yaşayanlarca algılanışı itibariyle önemli bir
olgudur.Doğanın sanatçının hayal gücü üzerindeki etkisine değinen Aksoy’a göre (1996)
“Sanatçılar (...) bireysel dünyalarının yanı sıra evreni de mikro düzeyde âdeta yeniden
yaratmaktadırlar
” (Kefeli 2009: 430’dan). Öyle ki sanatçının yaşadığı coğrafyanın doğası ayrıntılı
betimlemeler, görsel imgeler, -bazen de ilgili coğrafyanın özelliklerine bağlı olarak- mitik anlatım
gibi özelliklerle eserlere yansıyabilir.

Mekân sadece, yazarın şahıslarını üzerine yerleştirdiği bir zemin veya vakanın cereyan ettiği
bir sahne değildir (Zambak, 2007). Varlığını entrik ögenin altında yatan çatışmada, şahısların
psikolojik ve sosyal cephelerinde veya zamanın/dönemin kültürel ve sosyal atmosferinin aksettiği
bir alan olarak daima duyuran çok temel bir anlatım ögesidir. İster gezi yazısı gibi anlatımın
doğrudan mekâna odaklandığı türlerde; ister her türlü mekânsallıktan koparılmaya çalışılmış soyut
kurgularda olsun, anlatım mutlaka bir mekânın izini taşır. Kurgusal türlerde mekân, sadece bir yer
değil, öykünün konumlandığı zaman ve sosyal çevredir de. Öyle ki hikayenin dar anlamda içinde
cereyan ettiği sahne, peyzaj veya bina gibi yakın çevresini kuşatan ortam olarak anlaşılabileceği
gibi; kültürel artalan, tarihsel dönem veya sosyal çevre olarak da açıklanır (Obstfeld 2002:
65,115,171).

Bu anlamıyla şahıs, zaman, tema, üslûp ve olay örgüsü ile birlikte temel bir anlatı bileşeni
olan mekân; kurmaca türlerde birbirinden çok farklı anlayışlardan hareketle kurgulanabilir. Sanatın
esasının dış âlemin taklidi olduğunu savunan Aristocu “mimesis” anlayışı, gerçek fiziki coğrafyayı
ve onun mekânlarını aksettirme endişesine dayanır. Sanatı ayrı bir yaratım alanı olarak gören
anlatımcı (expressionist) metinlerde ise mekân ve ona ait betimlemeler, dış ailemin bir ayna gibi
yansıtılmasın esasından ayrılıp sanatçının ruhuna açılan bir pencere olmaktadır (Moran 1981: 81).
Zira sanatı “duyguların dili” olarak tanımlayan bu anlayışa göre, dış dünya sanatçının duygu
dünyasında değiştirime uğramıştır (Aktaş 1991. 141). Dolayısıyla mekânsızlık da kurmaca
eserlerde önemli bir özellik olarak öne çıkar.

2. Vü’sat O. Bener’in Biyografik ve Kurgusal Coğrafyaları

Her metin fiziki coğrafyaya dair belirlemeler yapmaya uygun olmayabilir, her tasvir, metnin
kurgusu açısından aynı değeri taşımayabilir. Ancak mekânı belirlenebilen kurmaca eserlerde
mekân, yazarın anlatı poetikası hakkında eleştirmene çok şey söyler. Keza edebi eserlerde
yazarların coğrafî seçimleri veya kullandıkları mekânla ilgili betimlemeleri çoğu zaman
biyografileri ile ideolojik yaklaşımları ile veya mensubu oldukları edebi anlayış ile birlikte ele
alınması gereken özellikler taşır. Yazarın cinsiyeti, etnik kökenleri, dünya görüşü, psikolojisi gibi
etmenler eserin kurgusuna ve atmosferine yansıyacaktır.

Bu anlamda Bener’in adı geçen kitabındaki öykülerin mekansal karakteristikleri, bu
mekanların onun biyografik coğrafyası ile ilişkisi ve mekân tercihlerindeki kişisel, sosyal, kültürel
nedenler irdelelenilmelidir.

2.1. Vü’sat O. Bener’in Hayat Coğrafyası

1) Yazar Vüs’at Orhan Bener, 23 Mayıs 1922’de babasının görevli olarak bulunduğu
Samsun’da ailenin en büyük çocuğu olarak doğar. 2) Ailesi, baba Mustafa Raşit’in eğitimciliği
sebebiyle aile
Aydınca taşınır. 3) Bu tayinler sırasıyla Tekirdağ, Sivas ve Erzurum'a çıktığı için
yazarın ilk çocukluk hayatı da buralarda geçer. 4) Raşit Bey, zamanın maarif vekili ile uyuşmazlık
yaşayınca Kıbrıs’ta
(Lefkoşa) İngilizlerin yönettiği bir Türk lisesinde öğretmen olur. Vüs’at Bener
de ilkokula orada başlar. 5) Ardından ilköğrenimine yine görevi nedeniyle gelinen
Amasya'da
devam eder. 6) 1931’de babasının Erzincan Askerî Ortaokulu’ndaki görevi nedeniyle Bener,
ilkokulu 1932’de burada bitirir. 7) 1934’te aile, Bursa’ya, 8) ardından babasının bir sanat okulunu
yeniden yapılandırmak için bulunması sebebiyle
Aydınca taşınır. 9) 1935’te Sivas'a taşınılınca
yazar, ortaokulu burada tamamlar (1936). 9). Ardından babasının isteği ile
Bursa Işıklar askeri
lisesine başlayan yazar, orta öğrenimi 1939’da burada bitirir. Bu yıllarda aile, görev nedeniyle
Bo/u’dadır. 10) Aynı yıl Bener, İstanbul’daki Harp Okulu’nda yüksek öğrenime başlar. 11)
Buradaki eğitimin son yılında (1941)
Kayseri ’de bir alayda staj görür.

12) Ocak 1941’de Harp okulunu birincilikle bitirdikten sonra levazım asteğmeni olarak
Edremit'e atanır. 13) Birliği Dikili'ye nakledilince burada beş ay kalır. Ardından Bergama'ya
atanır, babası da Bergama’ya tayinini istemiştir. Ancak birliği 1942’de tekrar Edremit'e nakledilir.
1944’te ilk evliliğini Bergama’nın tanınmış ailelerinden birinin kızı olan musikişinas Gazale
Hanım ile yapar. 1946 yılında karısını ve bebeğini kaybeder. 14) Karısının ölümünden sonra Dame
de Sion mezunu Neriman Ündeğer ile bir buçuk yıl süren bir ilişki yaşar. Bu sebeple de
Burhaniye'ye sürülür. 15) 1948 yılında Ankara-Etimesgut'taki motorlu tugaya atanır. Burada
edebiyat çevreleriyle bir ilişki kuran yazar, 1950 yılında
Yeni İstanbul gazetesinin düzenlediği bir
yarışmaya “Dost” adlı öyküsü ile katılır ve birinci olur. 1951’de kardeşi Erhan Bener’le birlikte
tutuklanır ve iki ay kadar tutuklu kalır. 1951’de DTCF Fransızca Bölümü’nden Raziye Nugay’la
ikinci evliliğini yapar. Bu dönemde TRT Ankara radyosunda program da yapmaktadır. 16) 1953’te
tayini
Siirt’e çıkarılır. Burada üç ay kalırsa da 12 yılın ardından kıdemli yüzbaşı iken görevinden
istifa eder.

17) Tekrar Ankara'ya döner ve aynı yıl Ankara Hukuk Fakültesi’ne girer. Öğrencilik
yıllarında İstatistik Enstitüsü’nde memurluk,
U/us gazetesinde gece düzeltmenliği, Cebeci İmam
Hatip Ortaokulu’nda öğretmenlik gibi işler yapar. 1957’de mezun olur. Avukatlık stajının ardından
Ticaret Bakanlığı’nda ve 1959’de Karayolları Genel Müdürlüğü’nde hukuk müşavirliği yapar.
1962’de eşinden ayrılır. Ankara’ya taşınan babası, annesi ve kız kardeşiyle yaşamaya başlar.
Üçüncü evliliğini ODTÜ’de öğretim üyesi Ayşe Hanım ile 1972’de yapar. 1978 yılında
karayollarındaki görevinden emekliye ayrılır. 1978-1992 arasında Yol-İş sendikasında hukuk
danışmanlığı yapan Bener, 31 Mayıs 2005’te 83 yaşında hayatını kaybeder (Tutumlu 2007: 3-11;
Şahin 2006: 1-49; Tokar 2006: 8-14).

2.2. Dost-Yaşamasız’daki Öykülerin Kurgusal Coğrafyası

1.    Dost’ta kahraman/anlatıcı Niyazi, arkadaşı Kasap Ali’nin önce dükkânına sonra evine
gider. Niyazi, bu ziyarette Ali’nin karısı Naciye ile yaşadığı yakınlaşmaya kendini kaptıracak gibi
olursa da hem kendisine hem Naciye’ye kendilerine düşenin kasvetli hayatlarına devam etmek
olduğunu anlatmayı başarır. Öyküde vaka, sokaklarından
“eli çıkınlı, siya başörtülü kadınlar
geçen Ege’de adı verilmeyen bir ilçede geçer (Bener, 2003: 10).

2.    Istakoz’da anlatıcı Reşat Bey, arkadaşı gümrük memuru Ziya Bey’in evine ıstakoz yemek
için gider. Ziya Bey ile sohbetlerinde ondan sadece ıstakozun usulünce nasıl pişirileceğini
öğrenmez, aynı zamanda hayatın nasıl oturmuş bir dinginlikle yaşanılacağını da öğrenir. Vaka,
Balıkesir’in
Akçay ilçesinde geçer: Anlatıcı ilçeyi ve orada geçen hayatı şöyle özetler: “İlçeyi
ortasından bölen yol, bulanık bir göl suyunda karşı yakayı tutmuş bir salın ya da mavnanın geride
bıraktığı iz gibi. Belli belirsiz. İki yana kırışan kıvrımlara atılı atılıvermiş evler. Bir kamyon hızla
geçmesin, yıkılacaklarından ürkerim. Her taşı oynar, her tavan akar. Kafes kafes ardında suskun
kadın başları, sarı çocuk başları. Musalla taşında her gün bir ölü. Minaresinde aynı kulak
burgulayan ağıt-ses
” (Bener, 2003: 22 )

3.    Havva’da küçük bir çocuğun kıskanç gözlerinden evlerine küçük yaşta besleme olarak
alınan köylü kızı Havva’nın trajik hikâyesi nakledilir. Gizli gizli sigara içen, imamın oğlu ile
sütçüyü birbirine düşüren obur Havva, bir gün aniden hastalanır ve çok geçmeden de ölür. Öyküde
dış mekân, imamı, sütçüsü ile verilmeyen bir ilçedir. Mekânla ilgili belirlemelerin berrak olmadığı
öyküde olaylar, herhangi bir Anadolu kasabasında bulunabilecek bir ev dekoru içinde geçer.

4.    Kömür: Kahraman/anlatıcı, çatı katındaki dairesine kömür taşıtmak için tuttuğu küçük
çocuktan önce kuşkulanır. Zira çocuk kömürlük kapısının bozuk olduğunu öğrenir. Sonra çocuğu
gereksiz yere suçladığını düşünerek kendisine kızar. Vaka adı verilmeyen bir ilçede geçer. Öyküde
ilçenin kömür merkezi şöyle tasvir edilir.
“Kara bir toz bulutu havaya yükseliyordu. Arabalar
birbirine girmiş. Küfürler bağrışmalar... Kömür yığınları akıyor, demir kürekler dolup
boşalıyordu
.” (Bener, 2003: 37).

5.    Dam’da kahraman/anlatıcı Kerim bir pazar günü çatı katındaki dairesine gelen arkadaşı
Naci ile önce,
“Talana uğramış gibi ıssız kasaba. Dükkânların kepenkleri kapalı. ” sözleri ile tasvir
ettiği yaşadıkları kasabayı (Bener, 2003: 45); sonra da yakınlardaki Ayvalık’ı gezerler. Öyküde dış
mekân iki yerleşim yeridir. Adı verilmeyen ancak
Ayvalıkla otobüsle bir buçuk saat mesafedeki bir
kasabada (muhtemelen
Burhaniye) başlayan vaka, Ayvalık’ta biter. Ayvalık sokakları obüsünün
camlarından kerim tarafından şöyle betimlenir
“Cumbaları birbirinin içine girecek gibi taş evlerin
önlerinde kirli birikintiler. Toplanıp açıktan denize dökülüyor. Paçalarını sıvamış çocuklar
.”
(Bener, 2003: 47).

6.    Kibrit’te vaka kahraman/anlatıcının Ankara’nın banliyölerinden birinde, bir istasyonda bir
adamın sigarasını yakması ile başlar. Anlatıcıyı çalıştığı Etimeskut’tan tanıyan bu adamla
sohbetleri trende de devam eder.
Ankara banliyölerinden birindeki bir istasyonda başlayan öyküde
vakanın cereyan etmediği ama adı anılan yerleşim yerleri
İzmit ve Etimesgut'tur.

7.    Sarhoşlar’da içinde kahraman/anlatıcının da bulunduğu dört taşra bürokratı, “Yorgo’nun
meyhanesi”nde
başladıkları içki faslını, arkadaşları Ekrem Bey’in çiftliğinde devam ettirirler.
Sofrada sivri dilli ve alaycı hâkim, iğneleyici sualleri ile bir tahakküm kurmaya çalışmaktadır.
Hâlbuki masadaki herkes, taşranın hayallerini, enerjisini erittiği adamlardır. Öyküde vaka Ege
taşrasında bir ilçenin meyhanesinde başlayıp yakınlardaki bir köydeki çiftlik evinde devam eder.
“Tahta masanın yuvarlağına çevrildik. (...) Duvarlarda Gazi’nin Barbaros’un ece Keriman
Halis’in taş basması renkli resimleri
.” (Bener, 2003: 62).

8.    Korku’da kahraman/anlatıcı Ege’de bir kasabada memurdur. Mezarlığa yakın evini
herkesten uzak olduğu ve rahatça içebildiği için kiralar. Kasabadaki tek arkadaşı Dostoyevski
okuyan ve demode Boudelaire şiirleri yazan arkadaşı Rahmi, kasabaya yaz tatiline gelen
“yeşilli”nin ayrılacak olmasına bozuktur. Anlatıcının öylesine önerdiği intihar fikri ona bir an için
makul gelir. Birkaç gün sonra intihar eden karakter, kendini Camus’vari bir “saçma”ya veya
“korku”ya teslim eder. Ege’de adı verilmeyen, halkının yaz akşamları kötü kokan sinemalarında
ağlamaklı Mısır filmleri izlediği bir ilçe, öykünün mekânıdır. Kasabanın “Soğukkuyu” adlı mesire
yeri ise bir diğer mekândır.

9.    Akraba’da kahraman/anlatıcı, bir taşra kasabasında, kendisi gibi birkaç memur arkadaşı
ile bir evde yaşamaktadır. Soğuk bir gün kapı çalınır. Ustasının karısını kaçırmış olan sanayi çırağı
Ahmet’i o gece evde misafir etmeye razı olur. Kuşkucu arkadaşlarına ise gelenlerin akrabaları
olduğu yalanını uydurur. Mekân,
Gemlik yakınlarında adı verilmeyen bir kasabadadır. “İçimden, bu
adam böyle vakitsiz bir saatte, ta Gemlikten buraya çıkıp gelmez, diyordum
.” (Bener, 2003: 80).

10.    Boş Yücelik’te kahraman anlatıcı Hilmi, Ankara’ya yeni atanmış bir memurdur. Bir gün
Anafartalar caddesinde dört beş yıl önceden tanıdığı bir arkadaşı olan Asım’a rastlar. Ankara’da
çocukları ve hanımı ile güçlükle yaşamaya çalışan çocukluk arkadaşı Asım, korkak ve zavallılara
özgü bir acziyetini “boş yücelik” taslayarak örtmeye çalışmaktadır. Öyküde Ankara’da
Anafartalar
caddesinde
başlayan vaka, Asım’ın Ankara’nın adı verilmeyen bir semtindeki evinde sona erer.
Öykünün anılan bir diğer dış mekânı ise Et/ik’tir.

11.    Yazgı, üçüncü tekil anlatıcı ile anlatılır. Merkezi kişi Macit, üniversitede okuyan kardeşi
Bedri ve başka birkaç üniversiteli gençle Ankara’nın bir semtinde, bir bekâr evinde yaşamaktadır.
Bir gün Macit evde 18 yaşlarında, Düriye adlı bir kıza rastlar. Kızın niyeti kardeşini kendisi ile
evlenmeye zorlamaktır. Ertesi gün kızla konuşan Macit bir taksi çağırır ve taksiciden kızı Ulus’ta
bir yerlerde bırakmasını ister. Öykünün dış mekânı Ankara’nın adı verilmeyen (muhtemelen
Bahçelievler) bir semtidir. Yazarın kardeşi ile aynı semtte bir süre bir bekâr evinde kaldığı
bilgisinden hareketle bu semtin Bahçelievler olabileceği düşünülür.

12.    Suçüstü’nde kahraman/anlatıcı adı verilmeyen bir taşra şehrinde memurdur. Bir sabah
aylık erzak alışverişini yapmak üzere mahallelerindeki
“Sizin BakkaFa uğrar. O, bakkal Recep
Efendi ile sohbet ederken bir ara dükkâna giren adamın bakkalı meşgul ederek, birkaç çay paketini
çaldığı anlaşılır. Anlatıcı iyi giyimli bu adamın birkaç paket çaya tamah etmesine kızgındır.
Öyküde vaka, geniş ve kalabalık çarşısı, polisleri ile adı verilmeyen bir taşra şehrinde geçer.

13.    Îlki’nde kahraman/anlatıcı bir askeri okul talebesidir. Soğuk bir kış akşamı bir yıl önce
ayrıldığı şehrin sokaklarından atlı araba ile geçerek evine dönmektedir. Evine döndüğünde annesi,
babası, kardeşi, evleri, yaşadığı şehir ona yabancı görünmektedir. Öyküde vakanın geçtiği şehrin

“Bir gün önce Temenyeri ’ne gitmiştik. Çimenlerin üzerine oturmuştuk.” sözlerinden hareketle
Bursa olduğu söylenebilir (Bener, 2003: 121).

14.    Batak, üçüncü tekil kişi ile anlatılır. Merkezi kişi bir kasaba öğretmenidir. Bir gün
akşama doğru evinden çıkan öğretmen, yaşadığı bu uzak “bucak”ta hiçbir şey yapamamanın
umutsuzluğunu içinin derinliklerinde duyarak yürümeye başlar. Sonra arkadaşı olan kasaba
doktorunun evine uğrar. Beraberce otururlarken, gelen bir haber üzerine yakınlardaki bir köye
gitmek zorunda kalırlar. Mahmut Ağa’nın kızının sabaha çıkma şansı yoktur ama ağa, kız
ının
kaybından çok, öldükten sonra otopsi yapılacak olmasına kaygılıdır. Hikâyede vaka, insanların
yoksul, ilgisiz ve cahil olduğu
Burhaniye'ye bağlı bir “bucak”ta geçer. “Bucağın beş sınıflı bir
ilkokulu, minaresiz bir camii, iki mescidi, bir sürü sakallı hocası var. İki tane de belli başlı
kahvesi
.” (Bener, 2003: 122, 124 ).

15.    Acamı’da kahraman/anlatıcı Zeki, İstanbul’a atanmış bir öğretmendir. Yeni tanıştığı işçi
Selahattin sayesinde zar zor bir ev bulabilen adam, yine onun sayesinde evi döşer. Soğuk bir kış
günü Selahattin’i misafir eden Zeki, gece bir ara korkuyla uyanır ve aslında pek de tanımadığı bu
adama korkuyla bakar. Öykünün sonunda kuşkusundan utanır ve ansızın geldiği taşra
kasabasındaki bakkal Hasan Ağa’nın ona tatlı tatlı “acamı” deyişini hatırlar. Öyküde vaka
İstanbul’da geçer. Bu bilgi
“Sıkılırsam Bomonti’ye gidermişim” veya “kalenin arka tarafları ”nda,
“Telsizler’de bir gecekondu” gibi ayrıntılardan anlaşılır (Bener, 2003: 128).

16.    Kan’da üçüncü tekil anlatıcının anlattığı vaka, doğum yapmak üzere olan bir genç kadın,
çocuğu kabullenmek istemeyen bir delikanlı ve delikanlının annesi arasında cereyan eder. Genç
kadın, birkaç ay birlikte yaşadığı delikanlıdan hamile kalmış, karnı iyice belirginleştiğinde ise onun
anne ve babası ile beraber kaldığı eve gelmiştir. Sonunda ihtiyar kadın su ısıtır ve çocuğu alır.
Öyküde vaka bir odanın içinde geçer, dış mekâna dair bir atıf bulunmaz.

17.    Maskara’da kahraman/anlatıcı, yaşadığı Ege kasabasının sevimli siması Arap
Abdullah’ın ölümü üzerine onunla geçirdiği bir günü hatırlar. Birkaç gün önce bir kahvede beraber
oturduğu Arap, herkesin “maskara” sandığı bir halk bilgesidir. Öyküde vaka Balıkesir’in adı
verilmeyen bir ilçesinde geçer.
“Bu sıralar gözükmüyor. Gebermediyse Kızılkeçili ’ye cerre
çıkmıştır
” alıntısı ve yazarın biyografisi, bu ilçenin Edremit olabileceğini düşündürür (Bener, 2003:
147).

18.    Anlaşılmayan’da üçüncü tekil anlatıcı, büyük bir hastaneye yeni yatan ve hastalığı bir
türlü anlaşılamayan bir hastanın etrafında başarılı bir psikolojik panorama çizer. Hastane ortamı,
hasta psikolojileri dikkatli gözlemlerle ve başarıyla tahkiye edilir. Öyküde mekân “ortası fıskiyeli”
bir
“üniversite hastanesi”dir. (Bener, 2003: 168).

19.    Yaşamasız’da vaka, kahraman/anlatıcının dolmuşta karşılaştığı kişinin yasak aşk
yaşadığı kadının kocası olduğunu sanmasıyla başlar. İç monologlarla örülen öyküde, biraz sonra
kadının evine giden anlatıcının yaşadığı aşktan duyduğu suçluluk psikolojisi başarıyla verilir.
Öyküde dolmuş, apartman gibi detaylar, adı verilmese de mekânın bir şehir olduğunu düşündürür.

20.    Pazarlık’ta yaşlı tahrirat kâtibi Halit Bey’in, kocasının son zamanlardaki
taşkınlıklarından iyice bunalmış olan karısı, durumu konuşmak üzere kardeşi Ahmet’i bir akşam
evine çağırır. Biraz sonra sarhoş bir halde evine gelen Halit’in taşkınlıkları üzerine polis çağırıp
tutanak tutturan Ahmet, ertesi gün eniştesini elindeki belge ile hapse tıktırmakla tehdit eder.
Nihayet Ahmet, amacına ulaşır ve eniştesinin taşkınlıklarının önüne geçmeyi başarır. Öyküde
gerçek mekânla ilgili tek temas
“Çorlu’da bir kere rüşvet aldı diye” alıntısıdır (Bener, 2003: 187).

21.    Sal’da vaka, kahraman/anlatıcının üç arkadaşı ile sahilde piknik yaparken, bindikleri bir
salın alabora olmasını anlatır. Anlatıcı yüzme bilmez ama ölüm fikri de ona çekici gelir, zira
varoluşsal bir iç sıkıntısı yaşamaktadır. Öyküde vaka bir kıyı kasabasının sahilinde cereyan eder.

22.    Kovuk. kahraman/anlatıcı Mehmet, bir gecekondu mahallesinde Kalfa Halil’in evinin bir
kovuğu andıran odalarından birini kiralamıştır. Evin büyük odasında ise Halil, sekiz kişilik ailesi
ile yaşamaktadır. Mehmet, Halil’in çocukları ve yaşlı annesi ile kısa zamanda kaynaşır. Vaka
Ankara kalesinin arka taraflarındaki
Çankaya ilçesinin Arkatopraklık adlı gecekondu mahallesinde
geçer.
“Gecekondu mahalleleri kale ardını kapladı. Arkatopraklık’a, cezaevi yönüne yayıldı.”
(Bener, 2003: 197).

23.    Leblebici’de ihtiyar bir leblebici ile her sabah onun dükkânından on kuruşluk leblebi
almaya gelen küçük bir kız arasında kuruluveren dostluk anlatılır. Leblebici de kız kendisinden
leblebi alırken dükkânda daha çok kalması için işini ağırdan alır, ceplerini fazla fazla leblebi ile
doldurur. Öyküde vakanın geçtiği şehir belirtilmezken,
“mahalle arasındaki leblebicinin
bacasından
...” satırları ile dükkânın mahalle arasında olduğuna temas edilir (Bener, 2003: 200).

24.    Hasan Hüseyin’de astsubay olmak hayaliyle memleketinden ayrılan Hasan Hüseyin,
Bursa’nın bir kasabasındaki Toprak Ofisi’ne memur olarak girer. Kasabaya alışınca çamaşırlarını
yıkattığı yoksul bir kadının kızı ile tatlı bir macera yaşamak ister. Ne var ki kız ve annesinin
kendine oynadığı oyunla kızla evlenmek zorunda kalır.
“Bursa’dayken az buçuk eğleniyordu Hasan
Hüseyin
.” ve “Tepe mahallesi” atıflarından vakanın Bursa’nın Nilüfer ilçesinde geçtiği düşünülür
(Bener, 2003: 248).

25.    Avuntu’da birinci tekil anlatıcı, bir ölünün ardından hissettiklerini anlatır. Belirgin bir
vakası olmayan öyküde, ölümün insana çağrıştırdığı duygu ve düşünceler örtük bir dille anlatılır.
Mekâna dair herhangi bir temas da yoktur.

26.    Barda adlı öyküde kahraman/anlatıcı bir gün sokakta kendisine biraz borcu olan Sami’yi
görür. O, güçsüz olmalarına rağmen kendine özgü bir kurumlanma takınan adamlardandır. Anlatıcı
birkaç akşam önce o ve filozof geçinen arkadaşı ile barda tanışmış ve onlara esaslı bir ders
vermiştir. Öyküde
“Dikmen otobüs durağında...” atfından dış mekânın Ankara’nın Dikmen ilçesi
olduğu anlaşılır (Bener, 2003:215).

27.    Monolog’da vaka bir odada geçer. Mualla, Leyla ile konuşmaya gelmiştir. Öykü baştan
sona bir tiyatro sahnesi gibi Mualla’nın konuşmaları ile ilerler. Karakterlerin zihinleri iç
monologlarla aktarılır. Leyla’nın abisi ile aşk yaşamış olan Mualla, onunla evlenemeyince
yemekten içmekten kesilir. Zira fakülteyi bitirip doktor çıkan genç adam, başka bir kadınla evlenir.
Öyküde dış mekâna dair herhangi bir atıf yapılmaz (Bener, 2003: 223).

28.    Kuş’ta evi bir gün polislerce basılan ve uzun bir sorgunun ardından hapse düşen
kahraman anlatıcının serbest bırakıldıktan sonra yaşadığı duygusal buhranlar örtük bir dille
anlatılmaktadır. Anlatıcının zihninde kuş ve farelerle yapılan alegoride onu mesnetsiz iddialarla
suçlayanlarla, sonunda özgürlüğüne kavuşan kendisi temsil edilir. Öyküde vaka adı verilmeyen bir
şehirde geçer. Ancak yazarın otobiyografisi ile güçlü paralellikler taşıyan öyküde adı verilmeyen
şehrin Ankara olduğu düşünülebilir.

29.    Öfke’de Bener, anlatma veya gösterme tekniğinden çok, psikolojik çözümleme yapar.
Öykü, anlatıcının kendisi ile konuşması şeklinde kurgulanır. Bir akrabasının evine misafirliğe
giden kahramanın orada yaşadığı birkaç saat öykünün vakasını oluşturur. Öyküde dış mekân
belirtilmezken iç mekân, bir evin odasıdır.

30.    Biraz da Ağla Descartes öyküsünde kahraman anlatıcı, İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde
yürümekteyken, birden kırk yıl öncesini hatırlar. Harbiye talebesiyken Descartes lakabını taktığı bir
arkadaşıyla yine aynı caddede yürürlerken girmemeleri gereken bir sokağa girmiş, bir inzibat
tarafından tespit edilmiş ve bir yüzbaşı tarafından nezarete atılmışlardır. Öyküde İstiklal Caddesi,
olumsuz betimlemelerle dikkatlere sunulur.
“Mahur bir sabah başlamıyor, kurşuni, kalın örtüsünün
altında kireçlenmiş kıkırdaklarını oynatmaya zorlanan şehir
.” (Bener, 2003: 238).

31.    Laedri’de kahraman/anlatıcı, bir apartman dairesinde karısı ile tekdüze yaşam süren elli
yaşlarında bir memurdur. Bir gün karısına “Laedri” rumuzu ile bir aşk mektubu gelir. Mektubu
gönderen, yakınlarda oturan yaşlı bir adamdır. Devam eden mektupları bir süre canlarını sıkarsa da,
adamın ölümü ile sorun çözülür. Ancak anlatıcı, bu yeni durumun hayatına kattığı heyecanın sona
ermesinden dolayı üzgündür.
“Kapısı Ahmet Mithat Efendi ’ye bakıyor” ibaresi vakanın Ankara’nın
Çankaya ilçesinde geçtiğini düşündürür (Bener, 2003: 244).

32.    Bakanlık Makamına öyküsü bir memurun çalıştığı kurumun bağlı olduğu Bakanlığa
hitaben yazdığı dilekçe şeklinde kurgulanmıştır. Birkaç aylık zaman diliminde geçen olayların
anlatıldığı öyküde, kahraman/anlatıcı, toplam otuz sekiz maddede bir memurun ruh dünyasını dile
getirir. Öyküde dış mekân -her ne kadar adı geçmese de- bakanlığın bulunduğu şehir olan
Ankara’dır.

3. Öykülerdeki Kurgusal Coğrafyanın Karakteristikleri

3.1. Kurgusal Coğrafya ve Fiziki Coğrafya Îlişkisi

Yazarın Dost-Yaşamasız adlı öykü kitabındaki öykülerin dış mekân kullanımını şu şekilde
tasnif etmek mümkündür. Bu kitaptaki öyküler,
“dış mekâna hiç atıf yapmayan”lar, “fiziksel
mekânı belirlenemeyen
”ler ve “fiziksel mekânı belirlenebilen”ler olarak gruplanabilir.

Dış mekânı adı verilmeyen
yerleşim yerleri olan öyküler

Dış mekânlarının adı verilen veya yerleri
bazı ipuçları ile konumlandırılan öyküler

Dış mekânı
belirsiz öyküler

1. Dost- Ege’de bir ilçe

2. Istakoz- Balıkesir’in Akçay ilçesi.

16. Kan

3. Havva- bir il veya ilçe merkezi

5. Dam- Balıkesir’in Burhaniye ve Ayvalık
ilçeleri

25. Avuntu

4. Kömür- Ege ’de bir ilçe

6. Kibrit- Ankara’nın banliyösü, Etimesgut
ve İzmit

27. Monolog

7. Sarhoşlar- Ege’de bir köy

9. Akraba. Ege’de bir ilçe ve Gemlik

29. Öfke

8. Korku- Ege ’de bir ilçe

10. Boş Yücelik- Ankara’nın Anafartalar
cd. ve bir başka semti, Etlik

12. Suçüstü- bir şehir

11.Yazgı- Ankara’nın Bahçelievler semti

14. Batak- Balıkesir’in Burhaniye
ilçesinin bir “bucağı”

13. İlki- Bursa il merkezi, Temenyeri parkı

18. Anlaşılmayan- bir şehir

15. Acamı- İstanbul’da Kâğıthane civarı,
“Telsizler”, “Bomonti”

19. Yaşamasız- bir şehir

17. Maskara- Balıkesir’in Edremit ilçesi,
Kızılkeçili köyü

21. Sal- Ege ’de bir ilçe

20. Pazarlık- İstanbul’un bir semti, “Çorlu”

23. Leblebici- bir il veya ilçe
merkezi

22. Kovuk- Ankara’nın Çankaya İlçesi,
“Arkatopraklık mh.”

28. Kuş- bir şehir

24. Hasan Hüseyin- Bursa’nın Nilüfer ilçesi,
“Tepe mh.”

26. Barda- Ankara’nın Dikmen ve adı
verilmeyen bir başka semti

30.    Biraz da Ağla Decartes- İstanbul’un
Beyoğlu ilçesinde İstiklal cd.

31.    Laedri- Ankara’nın Çankaya ilçesi,
“Ahmet Mithat Efendi” sk.

32.    Bakanlık Makamına- Ankara’nın adı
verilmeyen bir semti

Tablo 1. Yukarıdaki tabloda italik olarak yazılmış olan mekânlar ipuçlarına göre yapılan bir çıkarımı
gösterir. Altı çizili olanlar ise vakanın geçtiği bir mekân olmadığı halde adı anılan yerlere işaret eder.

Bener’in kitabındaki toplam 32 öyküden bazılarında sış mekana hemen hiç temas edilmez.
Bazılarında ise en azından dış mekânın bir şehir, kasaba veya köy mü olduğu belirtilir veya verilen
detaylardan hareketle bu anlaşılabilir. Geri kalanlarda ise dış mekân yerleşim birimi adları ile net
bir şekilde ortaya konur. Bunlar metropol veya il merkezi ölçeğinde şehir (16); ilçe, nahiye, bucak
ölçeğinde kasaba (12) veya köylerdir (1).

Bu yerleşim yerlerinden adı belirtilen veya verilen ipuçlarından hareketle konumu yaklaşık
olarak tespit edilenlere bakılarak geniş dış mekân olarak seçilen yerleşim yerlerinin çoğunlukla Ege
bölgesinin ilçe veya kasabaları olduğu söylenebilir. Daha özelde ise bu bölgenin Edremit
Körfezi’nin etrafındaki yerleşim yerleri olduğu görülür. Yazarın görev yaptığı bu coğrafyanın
öykülerinin kurgusal coğrafyasına zemin oluşturduğu anlaşılır.

Harita 1. Yazarın vakası Ege’de geçen öykülerinin mekânsal konumlandırmasının harita üzerinde
gösterimi

Diğer bir deyişle öykülerden 10’unda Ege bölgesinden mekânlar tercih edilirken; 7’si
Ankara’da, 3’ü İstanbul’da, 2’si de Bursa’da geçer. Özellikle
Yaşamasız’daki öykülerden itibaren
mekânın yazarın biyografisine koşut olarak taşradan büyük şehre doğru kaydığı görülür.
Yaşamasız’daki 13 öyküden 9’u kent (Ankara ve İstanbul); 2’si ilçe veya kasabada (Güney
Marmara ve Ege) geçer.

Bener’in öykülerinde kurgusal mekân olarak kentlerin çok büyük bir yer tuttuğu görülürken,
çoğu zaman bu kentin neresi olduğunu ancak ipuçlarından hareketle tespit edilebilir. Yazar,
Türkiye’nin iki büyük şehrinin mekânlarını öykülerinde sıkça kullanır. Ancak Bener öykücülüğüne
en fazla arka plan oluşturan kent Ankara’dır. Bu şehrin farklı semtlerine yayılan kurgusal coğrafya,
yazarın biyografik coğrafyası ile de büyük paralellikler taşır.

Harita 2. Ankara’nın Bener’in öykülerine mekân olan yerleri (Yer isimlerinin başındaki ilk numara
öyküyü, ikinci numara ise birden fazla mekân bulunan veya mekâna gönderme yapan öykülerde mekân
sırasını göstermektedir)

Öykülerde kullanılan dış mekânların merkez veya taşra olmasındaki değişim, karakterlerin
psikolojileri ile de ilişkilidir. Yerleşim yerleri, üzerinde yaşayan insanların sosyal ve psikolojik
özelliklerine tesir eder. Birleştirme değil, ayrıştırma mekânı olan kentler, karakterler üzerinde
yalnızlaştırıcı ve yabancılaştırıcı etki yapar. Kentleşmenin getirdiği yalnızlık ve bireycilik,
ilişkilerde belli bir gerilime neden olur (Uturgauri, 2007). Özellikle Türk öyküsünde
50 Kuşağı
tarafından yoğun bir şekilde işlenen bu problemler Bener’in öykülerinde de görülür.

İkinci kitap olan Yaşamasız"dan itibaren yalnızlık, amaçsızlık ve yabancılaşma teması
öykülerde yoğunlaşırken; mekân büyük oranda kentlerdir. Öte yandan “Yaşamasız”, “Kovuk”,
“Avuntu”, “Monolog”, “Kuş”, “Öfke”, “Biraz da Ağla Descartes” ve “Kan”da okurdan yoğun bir
eleştirel dikkat bekleyen dolaylı ve soyut bir anlatım biçimine geçilirken; daha kısa ama yoğun bir
anlatım hakimdir . Öyle ki bu soyutlamalardan mekân da nasibini alacak ve giderek
önemsizleşmeye başlayacaktır.
“Aslında ben öykülerimde mekânda soyutlamalar yapıyorum. Yani
benim kullandığım mekânlar soyutlamalara uğruyorlar
.” diyen yazar, bazı öykülerde neden
mekânla ilgili herhangi bir tespit yapmaya imkân verilmeyecek derecede soyut bir anlatımı tercih
ettiğini açıklar (akt: Antakyalı 2002).

Zira yazara göre kent, insanı ister istemez bir rutine mahkûm eder. Yapılan işler, eğlenmeye
gidilen yerler hep aynıdır. Diğer insanlarla ölçülü ve mesafeli ilişki onu giderek yalnızlaştırır. Keza
öykülerdeki karakterlerin en büyük trajedisi, hayatlarını daima gamlı bir bekleyiş içinde
sürdürmeleridir. Büyük şehir yalnızların ve yalnızlıkların mekânıdır. Kalabalıklar içerisinde bile
yaşanan yalnızlaşma durumu, ev içi ilişkilerde dahi hissedilir. Karı-koca ilişkilerinde bile zamanla
bir yalnızlaşma her şeyi teslim alır. Öyle ki dünyayı anlamsız bulan, daimi bir iç sıkıntısı içinde
hayata “katlan”maya çalışan karakterler, kentin bir örnek mekânlarını vurgulamak istemezler.

Berna Moran’a göre ise mekânların giderek soyutlaşması ve önemsizleşmesi, “klasik
gerçekçi romanın bir gereğidir. Romanın ana öğesi, yani olay örgüsü, karakter ve çevre” gibi
unsurlar, yirminci yüzyıl modernist romanında eski önemlerini yitirmiş, onların yerini örüntü,
simge, imge ritim ve bakış açısı gibi öğeler almıştır (Moran 1994: 198). Mekâna dair bu tutumun
arkasındaki bir başka sebep de Yazarın Çehov tarzı durum öykücülüğünün bir takipçisi olmasıdır.
Zira Çehov, bir durumu anlatırken yakaladığı trajediye ve ironiye odaklanırken mekâna gereken
önemi vermez.

3.2. Biyograik Coğrafyanın Kurgusal Coğrafyaya Etkileri

Edebiyat incelemelerinde beslenme kaynaklarının tespiti ve edebi tesir meselesinde yazarın
hayat coğrafyası önemli bir kaynaktır. Sanatçıya dönük eleştiri anlayışlarından biri olan
otobiyografik eleştiriye göre metnin edebiyat coğrafyası yazarın gezip gördüğü yerler ve buralarla
ilgili izlenimlerinin kuvvetli etkisini taşır. Otobiyografik eleştiri, kurgusal metinlerde olayların
geçtiği mekânlar ile bunların seçilme nedenleri üzerinde düşünerek otobiyografik yorumlara ulaşır.
Yazarın hayat coğrafyası bir anlamda coğrafya merkezli bir biyografi çalışmasıdır. Yazarın
ailesinin kökenleri, doğup büyüdüğü ve hayatının değişik evrelerinde farklı nedenlerle bulunduğu
coğrafya incelenir. Bu inceleme, yazarın eserlerindeki bazı motifleri, işlenen temaları aydınlatması
bakımından önemsenir.

Edebi türlerde otobiyografik etki konusunda pek çok farklı görüş dile getirilmiştir. Philip
Lejeune, kendisine yakın türlerden otobiyografiyi ayıran en önemli özelliğin okurla yazar arasında
yapılan “otobiyografik sözleşme” olduğunu belirtir. “Otobiyografik Sözleşme” başlıklı
makalesinde (Lejeune 1999: 193), otobiyografinin tanımını
“Kendi var oluşuyla ilgilenen gerçek
bir kişinin, bireysel yaşamına ve özellikle de kişiliğinin gelişimine odaklanarak şimdiden geriye
doğru yazdığı düzyazısal anlatı”
olarak yapar. Ona göre tam otobiyografi üç durumda gerçekleşir:
“1) Yazarın adı ana karakterle aynıysa ve otobiyografik sözleşme varsa, 2) Ana karakterin adı
metinde belirtilmiyorsa, fakat otobiyografik sözleşme varsa, 3) Ne kurmaca ne de otobiyografik bir
sözleşme varsa, fakat yazarın adı ana karakterle aynıysa.”
(akt:Tutumlu 2007: 146-147’den).
Hâlbuki kurmaca türlerde bu sözleşmenin bütün gerekleri bulunmaz. Örneğin roman ve öyküde
kitabın kapağında “roman” veya “öykü” yazılması ile bir “kurmaca sözleşmesi” yapılmıştır. Öte
yandan bu koşulların hepsini taşımayan, birçok otobiyografik öğe bulunduğu hâlde otobiyografik
veya kurmaca herhangi bir sözleşme yapılmamış kurgularda okur, kendi isteğine göre metni
okuyacak ve otobiyografik paralellikleri yorumlayacaktır (Tutumlu 2007: 148).

Birçok eleştirmenin üzerinde ittifak ettikleri hususlardan biri de Bener’in öykülerinin
kurgusal yapısı ise otobiyografisi arasındaki paralelliklerdir. Öyle ki onun öykü ve romanlarını
tanımlarken otobiyografi, otobiyografik roman, öz-kurmaca (Fr.
autofiction), anı, günlük gibi edebî
tür isimleri önerilmiştir (Tutumlu 2007: 144). Her ne kadar onun eserlerinde kurmaca-gerçeklik
çıtası yakın olarak bilinse de
Dost-Yaşamasız’daki öykülerin hiçbiri yukarıda belirtilen
otobiyografik koşulları tam olarak sağlamaz. Kurmacada yazarın adı ile anlatıcının veya asli kişinin
adının aynı olması veya herhangi bir ad belirtilmemesi, çok az ögenin otobiyografik karşılığının
bulunması gibi sebeplerle onun öyküleri tam bir otobiyografik değer taşımaz. Onun öyküleri daha
Gérard Genette’in özkurmaca tanımına yakındır (akt:Timuroğlu 2005: 73). Bunlar
“açıkça ya da
kapalı bir şekilde otobiyografik öğeler taşıyan, ama yazarın biyografisiyle az çok fark edilebilecek
uyumsuzluklar görebildiğimiz metinlerdir”
(Tutumlu 2007: 149). Zira yazarın yaşamını geçirdiği
yerler ile kurmacasına mekân olan yerler karşılaştırıldığında öykülerin otobiyografik yönünün
güçlü ancak otobiyografi sayılamayacak bir mesafede olduğu açıkça görülür.

Öte yandan memuriyetler nedeniyle Türkiye’nin çeşitli yerlerinde yaşamış olan yazarın
buraları mekân seçmesi anlaşılır bir durumdur . Özellikle askeri liseyi ve Harp Okulu’nu okuduğu
Bursa ve İstanbul; gerekse gençliğinde uzunca bir süre görev yaptığı Balıkesir ve çevresi,
askerlikten istifa ettikten sonra yaşadığı Ankara, onun öykülerinde önemli oranda yer bulur.

Benim için önemli olan öyküdeki mekânın nasıl ele alındığıdır. Yani, ele alınan mekân yaşanabilir
mi, inandırıcı mı ona bakmak gerekir. Öykülerimde söylediğim ancak geri planda var olan mekân
büyük ölçüde Ege yöresidir. Egeyi çok iyi bilirim ve bu yöreyi öykülerimde çok işledim. İzmir,
Dikili, Bergama, Çanakkale, Ayvalık, Edremit, Havran, Biga, Kara Biga, Burhaniye Ancak şunu da
söylemek isterim öykülerimde dış mekânı belirgin kılmaya çalışmak pek doğru bir tavır olmaz,
çünkü ben muhtelif şehirlerde yaşamış bir yazarım
” (Antakyalı, 2002: 60-70). Öykülerin anılan bu
otobiyografik niteliği, dış mekân olarak öz-yaşamsal mekânların öne çıkmasına neden olmuştur.

Yazarın kardeşi Erhan Bener de bu iki kitap’taki öykülerin otobiyografik yönü için
“Ağabeyimin Dost ve Yaşamasız kitaplarında yer alan öykülerinin pek çoğu ve Buzul Çağının
Virüsü romanı, benim başta Yalnızlar romanım olmakla birlikte pek çok öyküm, bu Edremit
günlerinin eseridir
” derken aynı hususa işaret eder (Bener 2001: 14). Tutumlu Dost ve
Yaşamasız’daki öykülerinde yer alan kahraman/anlatıcı kullanımının da yazarın yaşamını
kurmacalaştırmasının bir sonucu olduğu kanaatindedir. Ona göre öykülerdeki asli
kahrman/anlatıcının
“içki içmeyi seven, bulunduğu kasabaya başka bir yerden gelmiş, kasabadaki
insanlardan daha “aydın ”, okumuş, hep bir sıkıntıyla yaşayan orta yaşlı bir erkek
” Olması da bu
durumu destekler (Tutumlu: 139). Keza öykülerin anlatıcılara göre dağılımı da Ttutumlu’nun işaret
ettiği bu durumu daha iyi özetler. Bilinç akımı tekniği kullanan 3. tekil anlatıcılı öyküler 3 (16, 18,
27); diğer 3. tekil anlatıcılı öyküler 5 (11,20, 23, 24, 28) ve 1. tekil kahraman/anlatıcılı öyküler 24
(1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 12, 13, 14, 15, 17, 19, 21, 22, 25, 26, 29, 30, 31, 32).

Ayrıca Bener’in öyküleri ile yaşamının dönemleri arasında bir ilişki kurulduğunda ise şöyle
bir tasnife gidilebilir.

Lise yılları:    13. İlki

Harp Okulu yılları: 30. Biraz da Ağla Descartes

Ege’deki görev yılları 1. Dost, 2. Istakoz, 4. Kömür, 5. Dam, 7. Sarhoşlar, 9. Akraba, 8.

Korku, 14. Batak, 19. Yaşamasız, 21. Sal, 17. Maskara

Ankara’daki görev yılları 32. Bakanlık Makamına, 28. Kuş

Öte yandan birinci kitap olan .Dosttaki öykülerde çoğunlukla 1950 öncesinde köy, kasaba,
bucak benzeri yerleşim birimlerine sıkışıp kalmış, yerli halkla iletişim kurmakta zorlanan, savcı,
memur, subay gibi kamu görevlilerinin iç karmaşaları, çaresizlikleri anlatılır. Ancak kitapta yazarın
1950’lerin başındaki tutuklanması, evlenmesi, Siirt görevi veya Hukuk Fakültesi yılları gibi
dönemlerin anlatıldığı öykü yoktur. Dolayısıyla bunlara ait bir mekân kullanımından da söz
edilemez.

Ancak ikinci kitap olan Yaşamasız’da söz konusu dönemlere oldukça soyut bir düzlemde de
olsa yer verildiği görülecektir. Öyle ki bu kitapta gençlik yıllarını hatırlayan öykülerde bile ilk
kştabın yalın gerçekçiliğini bulmak mümkün olmayacaktır. Örneğin yazarın lise yıllarından yola
çıkılarak yazılmış olan “İlki” ve askeri okul yıllarının izdüşümü olan “Biraz da Ağla Descartes”te
geçmiş hüzünlü bir soyutlama ile anlatılır. Ancak yine de anlatıcının askerî okulda okuması, II.
Dünya Savaşı nedeniyle Harbiye’den erken mezun olması, babanın Darülfünun’u bitirmesi gibi
olaylar Bener’in yaşamıyla örtüşen noktalardır. Aynı örtüşme bir dilekçe biçiminde kurgulanmış
olan “Bakanlık Makamına” öyküsünde de görülür (Tutumlu 2007: 33).
Yaşamasız’ın sonraki
baskılarına dâhil edilmeyen bu öykü, bir memurun günlük hayatın rutini bir dilekçe şeklinde
anlatması şeklinde kurgulanmıştır.

Sonuç

Vüs’at O. Bener’in öykülerinde mekânla ilgili özellikler şöyle sıralanabilir. İlk kitabı Dosf ta
mekânla ilgili temaslar konumlama yapmaya elverişli iken; Yaşamasız’da mekânla ilgili
betimlemeler giderek soluklaşır. Dost’ta daha çok Ege kasabaları,
Yaşamasız’da ise Ankara mekân
olarak seçilir. Bu tercihin ardında öykülerin kurgu dünyasının yazarı yaşamı ile olan bağlantısı
yatmaktadır.

Harp Okulu mezuniyetinin ardından uzunca bir süre görev yapılan Ege bölgesinin bu yıllarda
yazılmış öykülere de mekân olduğu görülür. Öte yandan çoğunluğu 1950’li yıllarda yazılmış
öykülerden oluşan
Yaşamasız’ da o yıllarda hayatının önemli bir kısmını geçirdiği Ankara’nın öne
çıktığı görülecektir. Ancak kitaptaki bazı öyküler, işaret edilen mekân kullanımının çok dışında
özellikler gösterir. Bunun sebebi kitabın 2003’teki ortak baskısına (
Dost-Yaşamasız 2003)
Yaşamasızhn ilk baskısında (1957) yer almayan ve çok sonra yazılmış öykülerin de girmiş
olmasıdır.

Öte yandan yazarın öykülerinde mekânları geniş bir şekilde ele almadığı, pek çok öyküsünde
yerleşim birimlerinin isimlerini anmadığı söylenebilir. Örneğin yoksul ve sıradan bir adamı
anlatırken onun içinde bulunduğu ortamın daha iyi kavranılması için mekâna birkaç cümleyle
temas edilir. Yazar, mekânla ilgili bilgileri kısa cümlelerle vermeyi veya bir takım ipuçlarının
dolayımında sezdirmeyi yeğler. Bener, ayrıntılı mekân tasvirlerinden uzak durur. Mekânı tespit
etmek ancak olayla, kişilerle veya zamanla ilgili bazı verilerden hareketle mümkün olur.

Bener öykülerinde mekânın işlevsel olarak kullanıldığı gözlemlenir. Yazarın ilk öykü kitabı
Dost’ta daha çok fiziksel atmosferi yansıtan mekânlara yer verilirken; ikinci öykü kitabı
Yaşamasız'da mekân, giderek soluk bir görüntü ile yer alamaya, simgesel değerlerde kullanılmaya
başlanır.

Öykülerin büyük bir çoğunluğunun asli kişisi olan kentli aydın bireyin gözlerinden yaşama
ve çevreye bakılırken; yaşanan yalnızlaşma ve yabancılaşma sebebiyle mekâna daha çok psikolojik
açıdan bakılacak, sınırlı mekân betimlemeleri karakterlerin duygularını sezdirmek için
kullanılacaktır. Bu mekânın giderek belirsizleşmesi ve bulanıklaşması yazarın yaratmak istediği
gerçeklik algısı ile de ilişkilidir. Bu öykülerde iç mekân olarak daha çok evler, hastaneler,
lokantalar tercih edilir.

Yazarın kitaptaki öykülerinin kurgusal coğrafyası olarak ise Orta ve Kuzey Ege, Marmara ve
İç Anadolu’nun (Ankara) tercih edildiği görülür.

KAYNAKLÇA

AKSOY, Nazan (1996). “Coleridge’nin Şiir Kuramı”, Şiir ve Şiir Kuramı Üstüne Söylemler.
İstanbul: Düzlem Yayınları. ss. 48-49.

AKTAŞ, Şerif (1991). Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş. Ankara: Akçağ Yayınları.

ANTAKYALI, Banu (2002). Vüs’at O. Bener’in Öykücüğü. Adana: Çukurova Üniversitesi Sos.
Bil. Ens. Yüksek Lisans Tezi.

PIATTİ, Barbara; HURNI, Lorenz. “Literary Geography - Or How Cartographers Open up a New
Dımensıon For Lıterary Studies”, Proceedings of International Cartographic Conferences
(24th ICC Santiago2009):http://icaci.org/documents/icc_proceedings/icc2009/html/nonref/24_1.pdf
(ET:13.06.2010)

BENER, Erhan (2001). “Vüs’at O. Bener İçin...”. Dil Dergisi. 110: 7-17.

BENER, Vüs’at Orhan (2003). Dost-Yaşamasız. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

BRAUDEL, Fernand (1996). Uygarlıkların Grameri (çev. Mehmet Ali Kılıçbay). İstanbul: İmge
Yayınevi.

BROSSEAU, Marc (1994). “Geograph’s Literature”. Progress in Human Geography. 13,3: 333¬
353

CHOLLEY, André (1943). Guide De L’étudiant En Géographie. Paris: PUF.

FERRE, André (1946). La Géographie Littéraire. Paris: Sagittaıre.

GABLER, Robert, E. vd. (2009). Physical Geography, Belmont: Boks/Cole Learning

HARGRAVE, Lawrence Wayne (2003). Landscape and Literature: Louis L’Amour’s Four
Comers. Oxford, Ohio: A Thesis Faculty of Miami University Master of Arts Department
of Geography.

HSU, Hsuan L. (2010). Geography and the Production of Space in Nineteenth-Century American
Literature, Cambridge: Cambridge University Pres.

KEFELİ, Emel (2006). Edebiyat Coğrafyasında Akdeniz, İstanbul: 3F Yayınları.

KEFELİ, Emel (2009). “Coğrafya Merkezli Okuma”, Turkish Studies (1)4: 423-433

LANEGRAN, David; Toth, Susan Allen (1976)."Geography through Literature". Places. 3: 5-12.

LEJEUNE, Philippe. , “The Autobiographical Contract”. French Literary Theory Today: A Reader.
Ed. Tzvetan Todorov. Çev. R. Carter. Cambridge: Cambridge University Press, 1991. 192¬
222.

MALLORY, William E.; Simpson-Housley, Paul (1987). “Bölgesel Edebiyat Çalışmalarının
Gerekçesi”, Geography and Literature: A Meeting of the Disciplines (Coğrafya ve
Edebiyat: Disiplinlerin Buluşması), Edited: William E. Mallory, Paul Simpson-Housley,
Syracuse, NY: Syracuse University Pres.

MORAN, Berna (1981). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: Cem Yayınevi.

MORAN, Berna (1994). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yay.

NİSBETT, Richard E. (2005). Düşüncenin Coğrafyası, (çev. G. Çağalı Güven), İstanbul: Varlık
Yayınları.

OBSTFELD, Raymond (2002). Fiction First Aid: Instant Remedies for Novels, Stories and Scripts.
Cincinnati, OH: Writer's Digest Books.

SAĞDIÇ, Hüseyin E. (06.12.2009). “Güvenli Kent ve Çocuk Sorunları I”:
http://www.sonbaski.com/temmuz2006egemen.html (ET:13.04.2010)

ŞAHİN, Ümran (2006). Vüs’at O. Bener’in Hayatı, Eserleri ve Hikayeciliği. Ankara: Gazi
Üniversitesi Sos. Bil. Ens. Yüksek Lisans Tezi, (Dan. Mehmet Önal).

TOKAR, Sıdık (2006). Vüs’at Orhan Bener’in Eserleri Üzerine Bir Araştırma. Van: Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Sos. Bil. Ens. Yüksek Lisans Tezi, (Dan. Alaattin Karaca).

TUTUMLU, Reyhan (2007). Vüs’at O. Bener’in Yapıtlarına Anlatıbilimsel Bir Yaklaşım, Ankara:
Bilkent Üniversitesi Doktora Tezi.

TÜMERTEKİN, Erol (2004). Beşerî Coğrafya İnsan, Kültür, Mekân. İstanbul: Çantay Kit abevi.

UTURGARİ, Svetlana (2007). Bunalım Edebiyatı ve Modernizmin Sorunları, Yeni Ortam, Sayı 1

ZAMBAK, Ferda (2007). Türk Romanında Mekân, Muğla: Muğla Üniversitesi Sos. Bil. Ens.
Yüksek Lisans Tezi, (Dan. Vedat Kurukafa).

Turkish Studies

International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic

Volume 6/4 Fall 2011

1

Yrd. Doç. Dr., Selçuk Ü. Mes. Eğt. Fak. Çocuk Gel. ve Ev Yön. Eğt. Böl. El-mek: omersolak@yahoo.com